10 Ekim 2011 Pazartesi

Goz Mezesi



Goz mezesi... Cok guzel bir sey aslinda. Tadina doyum olunmaz bir gokkusagi toplulugu gibi. Ehl-i keyif esliginde keyf-i keder olur butun masadakiler. Her renk hayattaki dostlarin derman yollaridir ayri ayri.

Peki ya goz mezesi olmak? Bunun icin ayni seyleri soyleyemecegim...
Bazilarinin "goz mezesi" oldugunda masadan firlatilip atilirsin bir koseye. Kirilirsin... Aslinda goz mezesi olamadigin icindir o masadaki olusun, akibetin veya yoklugun. Tadindan yenemedigin icin masada yoksundur artik. Baska mezeler ile degistirilirsin. Belki biraz yillandigin icindir, belki de damakta artik aci bir tat biraktigin icin, ya da artik gereksiz bir fazlalik oldugun icin. Altinda durdugun tabak kirik olsa bile bir daha kirilir, bir daha, bir daha... Tuzla buz olursun o kosede. Sonra uzerine dogru bahsis ile calisan ufak-sevimli bir cocuk gelir ustu-basi sararmis ve saatlerce calismaktan elleri yasindan buyuk bir bicimde. Bir cirpida seni supurgesiyle temizleyiverir o koseden. Kalan artiklarini tuz ruhu bile temizleyemez. Neyse, boyle bir sey iste "goz mezesi" olmak... 



Gelelim gercek goz mezesine;

Yahya Kemal, her akşam sofrasını "kuş sütü eksik" kurdurur, ama çoğuna el bile sürmezmiş... Lakin sürsün, sürmesin hepsi hesaba yazıldığı için şef garson, şaire, şimdiki deyimle "kıyak yapmış", sofraya kırmızı turp koymamış... Yahya Kemal gelmiş, oturmuş masaya şöyle bakmış garsonu çağırmış:

"Nerede kırmızı turp?"
"Efendim dikkat ettim yemiyorsunuz da..."
"Ben sofraya konan her şeyi yemek zorunda değilim, onların bazıları benim göz mezemdir!"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder