27 Aralık 2011 Salı

Oda

Gec vakitte tartismislardi o odaya yakin bir yerlerde. Her sey orada baslamisti ve baska bir odada son bulmustu...

24 Aralık 2011 Cumartesi

Zihin 6

Ben oraya girmem, mesken de yapmam. Tohumlari onceden eklimistir. Biz buyudukce onlarda buyur zihinlerde, kokunden kendi gelir. Ne icerden, ne de disaridan emaresi vardir. Sarmasik gibi yukselir, sarar her yerini. Ya da o hep ordadir ilk tesrinden beri, buyudugumuz icin sarmasikla kapli kalibimiza sigamamaya baslariz. Onu kabullenir, dikenlerine katlaniriz...

22 Aralık 2011 Perşembe

Dunyanin en guclu kadini...


O yasadigi onca seye karsi direnen,
Maddi~manevi olarak mucadele veren,
Hic bir zaman duasini eksik etmeyen,
Yasina gore enerjisi hic tukenmeyen,
Surekli bizleri dusunen,
Gucune hayran kaldigim,
Gercek inanci olan,
Tapilasi insan,

Tek kadin…



Ben mutluyum. Evet evet, bu sartlar altinda mutlu olmam gerek. Kendi mutlulugum degil mi? Insanlarla da bunu paylasmak guzel. Belki bir zamanlar mutluyduk ki hala oyleyiz?…  Ama icimde bir mutsuzluk var. Ayni anda mutlulugu ve mutsuzlugu tadiyorum sanki. Ben mutluyken bazi insanlari mutsuz ediyorum ister istemez. Burada oldugum icin… Siz, biz boyle iken, ne gerek vardi? Bazen diyorum niye buradayim diye. Deger mi bunca fedakarliga ve vakte diye? Bilgimi, varligimi ve egomu tatmin ettigim icin mi buradayim? Muzik icin mi? Kendim icin mi? Kaderim mi? Neyi animsadigimi bilmiyorum artik.  Peki ya burada olmasaydim? Yine olmayacakti… Kendi kendine cigiran bir saksagan iste. Insanca, ilkel ve basit dusunceler bunlar.

Nobel odullu Daniel Kahneman‘in konusmasini izliyorum da, terazide bir denge olmayacak gibi. Iki mutlulugum var bu dunyada. Biri benim, biri senin. Bu hepimizin birbirine karsi olan tek bagi. Iki mutlulugumuz var herkese karsi, her seye karsi. Terazinin esit durmasi olanaksiz. Soyle bir etki-tepki isliyor sanki: Terazidek su gibi … Ben mutlu olacagim bir seyi yaptigimda seni mutsuz edebilecek bir bosluk yaratiyorum . Mutlusun ama o anda bunu bilemezsin. Mutsuzlugun dengesi arttigi an o bosluga dusuyorsun cunku. O zaman terazideki mutluluklardan biri agirliktan yere dokuldugunde oteki taraf yere cakiliyor ve ama bu sefer az once butun agirligi yere dokulen mutluluk yukari cikmis oluyor? Yukaridan akan taze suyu alip guce denge getirmeye basliyor. Buna benziyor mutlulugumuz. Ama tek bir fark var terazinin bir kismi senin oteki kismida benim degil. Bizim terazimiz o, terazilerimiz…

Bunun uzerine Billy Joel’un sarkisini dinlemek iyi geldi…



Bulasik


Bana kizgin,
Bir takim bulasiklar yikanmakta.
Yuzume dahi bakmazdi.
Ismiyle hitap ederdi ya oyle zamanlarda…
Bulasik yikadigini izlemek,
Hic bu kadar huzur verici olmamisti!
Meditasyon gibiydi.
Kopukler gok-kusagi,
Deterjan ise kirmizi bir elma.
Bardaklar , canaklar ise
Cimlerin sesi gibiydi.

-sin


Bazi seyleri cok yapmayacaksin… Emir degil bu… Bizlere de degil bu!



Cok buyutmeyeceksin gozunde, yoksa baska gozlerde kuculursun.

Cok calismayacaksin senden zorla istedikleri gibi, kendinden istedigini yapacaksin.

Cok umursamayacaksin bazi seyleri, umursanmazsin cunku umursadigin kadar.

Cok beklemeyeceksin bir seyin gerceklesmesi icin, oluyorsa sadece yap!

Cok dinlemeyeceksin herkesin sozunu, biraz kendini dinleyeceksin biraz da sukuneti.

Cok bilmeyeceksin, bilgiden zarar gelmez ama bazi seyleri bilmek fuad’dan alir seni.

Cok ezbere yasamayacaksin hayati, orada olmadan bilemezsin gercekleri.

En iyi olmaya calismayacaksin, cunku herkesin en iyisi farklidir.

Yargilamayacaksin insanlari ilk gordugunde ve son gordugunde, kirip atabilirsin. Sonra da pismanlik gelir son gorusunden sonra.

Hayir demeyi ogreneceksin “keske evet deseydim” demeyi biraktigin zaman.

Yasayacaksin omrun el veridigince, baskasi olmaya calismadan.

Yardim edeceksin ve yardim istemeyi bileceksin yoksa zamani karsina alirsin.

Beklentilerinin otesindeki beklenmeyene hazirlikli olacaksin her zaman.

Hayatta bazi insanlar icin nimet olan seyleri sikayet unsuru olarak gormeyeceksin. Gercek sikayetin, insanin birbirine karsi yaptiklari olsa bile, kabullenmenin otesinde bir seyler yapmayi bileceksin.

Tek kitabi olan adam olmayacaksin, kutuphanen olacak bir yerlerde.

Sizli~bizli konusmayacaksin, bolunursun, ayrilirsin…

Asla degisemeyeceksin cunku surekli geliseceksin.

Sevginin otesine gecmeye calismayacaksin, aksi takdirde incinirsin. Cunku sevgiden daha otesi yok.

+10


10 sene buyudum mu simdi?
10 yilin tecrubesi daha agir mi basar?
10 yasindayken yok muyudun sen?
10 puan onde mi basladi peki?
10 parmak fark mi var?
10 yil beklemek zor mudur?
10 kere 10 niye 100 yapar?
10’dan baskalari da var midir?

Niye soruyorum ki bunlari, 10 sadece bir sayi…

Agac


Westland’in kosesindeki parkta duran dev koklu bir agac oldum bugun;

Ne mevsimler gordum ben, zorlu hava sartlari... Sayisiz ve farkli uyrukta insan ve hayvan tanidim cogunlugu hayatta bile olmayan. Ilk buraya gelenleri gordum. Onumde savasanlari, birbirine kiyanlari. Gun geldi beni de damgaladilar, bir ulkenin mali oldum. Zamaninda at arabalari ve faytonlar gezerdi etrafimda. Yeni yeni binalar yaptilar eskilerini yikip. Ne yanginlar ve kazalar gordum. Kiymetlilerini kaybedip bana sarilanlari…  Envai cesit sesler duydum, ambulansindan red sox maclarina kadar. Yanimdaki kardeslerimle birlikte buyudum.  Guney batiya dogru uzanan dalimin altindaki o bankta ne evsizler gordum uyurken ve de goz yaslariyla birbirlerini kaybetmekten korkan eski sevgililer. Her haftasonu etrafimda dolanan sarhos gencleri gordum. Doguya dogru uzanan dalimda yetisen sanatcilari, genius killerlari gordum, alt yapisi kurulan gelecek vaad eden tarikatcilari da. Icimde huzur icinde yasayan yasam formlarini, spor yapanlari, para dilenenleri gordum. Gunlerce esyalarini satmak icin sirtima dayananlari.  Oksijen artik eski gunleri mumla aratir oldu. Sehir agaci oldum ben. Anlat anlat bitmez…

Bundan asirlar sonra sizin goremeyeceginiz seyleri de gorecek bu nacizane bedenim. Tabii gun gelirde bana ihtiyaclari oldugu icin kiymazlarsa…

Mösyölere

Lutfen agzinidan cikanlari kulaginiz duysun!
Matmazelleri uzmeyin...
Onlar da uzebilir,
Onlar da insan tabii...
Ama uzeceginizi bilerek uzmeyin!

20 Aralık 2011 Salı

8th


Harmony,

I tried bunch of combinations…
Poly-chords, constant structures,
Quartals, upper structure triads,
Rockin’ 5ths, basic 3rds and octave 8ths,
Ultra gigantic spread voicings,
Carnatic and penta-poly pedal points, drones,
Even Micro Tonal harmonies
Or just one pitch…
It ‘s not happening!
Harmony is not there.
What should I try?
Or not?

Just listen it…

20 XII ‘11

214. Sone


Atlantik uzerinde ucan bir kayiktan yaziyorum.
Gok yuzu alacakaranlik.
Bu karanliktaki derinlerde hala avlananlar var.

Sorma niye 214. Sone diye.
Her gunun, ayin, yilin soneleri vardir.
Yazilan, yazilmayan.
Yazdikca silinen…

Bazen enseme soguk bir hancer saplaniyor.
Nereden geldigini goremedigim bir hamle.
Belki bir seftali kokusudur?
Ya da Charles’da yuzen kelimeler?
Eflatun rengi dusunceler sarmis dort bir yanimi.

Yumurta, domates ve kekik.
Hatali yazilmis makaleler,
Eskimis trenler,
Ay isigini icine alan enkaz halindeki eski bir oda,
Havlular ise yerlere atilmis,
Mayalardan kalma bir yuzuk,
Kopuk,
Biraz da Pablo Neruda…

Sila hasreti cekeriz biz,
Hatta henuz gidilmeyen yerlerin ozlemini.
Kurekler cekilir karaya dogru.
O yuzden sansliyiz biz…
Ulasmak istedigin yildiza ulasmak,
Eskisi kadar muhim degil.

Yine bir yerlere gidiyorum ben.
Bekleyenler var,
Tat farkli,
Nabiz dusuk…

Oyle iste…

10 Aralık 2011 Cumartesi

Muzik ve o cocuk...


gozleri dolu,
titreyen bir ses.
bana o kucuk cocugun nasil sarki soyleyip muzik yapmaya calistigini anlatiyor...
ama sessizlik,
o anki en guzel muzik idi.
onu dinledim.
muzigi ilk yaptigindaki
o hazzi yasadim,
heyecani...
baska hic bir sey yasatamazdi
o hissi
o'na, size…

Simrug ve 30 Kus efsanesi...



Eger biz kus olsaydik, eger olsaydik!
Oyleyiz aslinda... Cunku kuslar aglamaz...
Kuşların hükümdarı olan Simurg Anka, Bilgi Ağacı’nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş.
Kuşlar Simurg’a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg’u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler.
Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg’un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg’un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.
Ancak Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş. Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. Yorulanlar ve düşenler olmuş.
Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp; papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş(oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış); Kartal; yükseklerdeki krallığını bırakamamış; baykuş yıkıntılarını özlemiş, balıkçıl kuşu bataklığını.
Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi “şaşkınlık” ve sonuncusu Yedinci Vadi “yokoluş”ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş. Kaf Dağı’na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.
Simurg’un yuvasını bulunca ögrenmişler ki; “SİMURG ANKA – Otuz Kuş” demekmiş.
Onların hepsi Simurg’muş. Her biri de Simurg’muş. Simurg Anka’yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yokoluşu da yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için kendimizi yakmadıkça, her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız. Şimdi kendi gökyüzünde uçmak zamanıdır.

"X" kisisi olmak


Kesinlikle olmayi istemedigim bir sey.  Oyle anilmak ve anmak bile rahatsiz edici. Son derece dogal ama ne yazik ki benim icin degil. Gecmisten bugune kadar gelen karelerin gelecegi yok. Gideri de yok... Mesele nesnel olmak degil, sadece “X” kisisi olmak…

Guney Terminali

Gece ~ gunduz yoktur orada
Insanlar uyumaz,
Uyur gibi yapar.
Kutup yildizina bakarlar
Sevdiklerini bir kez daha gorebilmek icin.
Kimler kimleri karsilamistir,
Kim kime sarilmistir o ozlemle...
Kuzeyin sogu ile Batinin sicakligi birlesir
Guce denge gelir.
Bilinmeyene yolculuktur o kapilar.
Her gelisin ayri bir hikayesi vardir
Ilerleyen adimlar ve tekerlek sesleri esliginde
Anlatirlar uzay bosluguna.
Trenler, otobusler, taksiler...
Geldigine sevinenler,
Gittigine uzulenler de oradadir.
Yasamistir ya birileri orada
Etrafta gezinir ruhlari
Hayatta olsalar bile...



ATM


Yolda yururken hesap-kitap yapiyordum. Yapmis oldugum ekonomik paketin ne denli basarili olduguna dair dusunceler icerisindeydim. Havada sagnak bir yagis vardi. Buranin deyimi yerindeyse kedi ve kopek yagiyordu. Bir yandan da Occupy Wall St., Occupy Boston vs. gibi Amerika Birlesik Devletleri’nde baslayip dunyaya yayilan ayaklanmalari dusunuyordum. Kimler yapar, nasil yapar? Bu bir devrimin baslangici olabilir mi? Artik insanlarin kac gobektir yapilan bu ailevi yonetim sistemlerine karsi ilk ve son defalik olan serzenisin tutusmasi mu bu? Parayi tutana parayi gondermemek… Parasini gondermemek ve carkin donusunu durdurmak. Bazilari icin kulaga hic hos gelmiyor. Internet uzerindeki bilgi akisina ve bunu filitrelemelerine ragmen insanlar bir seylerin duzgun gitmedigini dusunmeye basladi. Kim bahsediyor ki esit yasamaktan ya da kapitalist sistemi kominizme cevirmekten? Insanlar iyi yasamayi istiyorlar… Tabii ki isteyecekler! Ellerinden alinan maddi sebeplerden dogan mutluluklari kaybetmek kesinlikle onlarin sucu degil. Dogdularsa bunun icerisinde dogdular. Fidel Castro’dan Chavez’e, Kaddafi’den Che Guevara’ya kadar pek cok lider insanlarin dogduklari ulke ve konumlara gore kendi capinda bir sey yaratmaya calisti. Ne kadar basarili-basarisiz oldu orasi debaya acik ancak niyetlerinin gercekte ne oldugu olayin en onemli noktasi. Bunu da en iyi o yorenin insanlari bilir...

Butun bunlari dusunurken ATM’ye para yatirmak icin girdim. Arkadasimin gondermis oldugu bir miktar parayi kendi hesabima gecirmem gerekiyordu. Isimi halletim. Su an yazmasi bile gercekten cok zor ama onca gecen zaman suresince bankanin icinde duran evsizi o kapidan cikmak uzereyken bana seslendiginde fark ettim. Bana “Iyi geceler efendim!” dedi.  Arkami dondum, onu gordum ve tesekkur bile edemedim uzuntuden… Yagmur ise bardaktan bosalircasina yagiyordu. Hic yurumedigim kadar agir agir yurumeye baslamistim. Gozyaslarim yagmurla birlikte karisiyordu. Kendimi tutamadim… O kadar sinirliydim ki elimi yumru halinde sikmistim ve kaskati kesilmisti. Eve gelmistim sonunda. Derin bir of cekerek masaya oturdum ve kurulanmaya calistim. Dunyada boyle seyler hep oluyordu ve olacakti. Ben de ardi ardina bunlari goruyordum... O gece benim icin evsizin diledigi gibi iyi gecmemisti. Gun bitmisti, ben de bitmistim…


7 Aralık 2011 Çarşamba

Gulumse

Bir kez daha ogrendim bildigim bir seyi. Gulumsemenin gucunu, zaman zaman ne kadar da zor ama kolay oldugunu. Paha bicilmez bir karsiligi ve huzuru oldugunu.

Hatta ayna gibidir o, gulumseyince size geri gelir ve daha da guclenirsiniz.

Candle

There are 13 different "Dream" on it as well as true-life experiences...
And
Two different paths from ashes...
They raised before death so,
It's just a candle for someone else.
But
It's more than a candle...

3 Aralık 2011 Cumartesi

Erkan Oğur'dan "fuad"



Eskiden bu yaziyi sevmistim...

Kalb öncesi zamanlar vardı,..

Sonra mucize gerçekleşti,kalbin oluşum süresi tamamlandı. Emir geldi ve kalb atmaya başladı... O ilk darbe anı ve hareketin başladığı hayat noktası "fuad" ile sarsılır cisim... Gücü vardır, sesi vardır, ritmi vardır... Kalb, hayata hevesle, tüm gerçekliği ile başlar... Hızlanmalar, yavaşlamalar, heyecanlar, korkular, aşklar, mutluluklar, hüzünler, müzik, coşkular, keskin şoklar, gider bozuklukları, yetmezlikler, hastalıklar, durma ve yeniden başlamalar...

Derken cisme gelen sinyal ve durma anı..."fuad" en küçük sonsuzluktan en büyük sonsuzluğa, yokluktan varlığa kainatı başlatır, "fuad"... Orada artık ne son ne de ilk olmak tariflenemez. Mutlak varlık yegane gerçektir... Kalb öncesi, kalb anı, kalb sonrası sorularını kendime sormaktayım... kalbin kırıldığı an vardır ki, o hayat noktasından "fuad" dan kırılır. kalbin en mutlu olduğu an "fuad" dır... "fuad" ile görür, duyar, dokunur, tadar, koklar, sever, gariplikleri sezer, hissederiz... ve "fuad" ile düşünürüz. Yeteneklerimiz, ve hatta hiçbir zaman keşfedemeyeceğimiz yeteneklerimizdir fuad... Mantık kalbimizde şekillenir ve nasibimiz ölçüsünde acımasız ya da sevgi dolu olabilir.

Bu müzikler, insan ve insan dışında bilinen, bilinmeyen ve hiçbir zaman bilinmeyecek olan, ya da ileride keşfedilecek canlı, cansız her nesnenin özündeki eksiklikleri tamamlamada karşılıksız hizmetkar olan "fuad" özlemi ile insanlık hayaline armağanıdır...



*yasam enerjisi...

2 Aralık 2011 Cuma

- Kaza -

Bu hayatta hic bir sey geliyorum demez. Yirmi saniyelik bir gecikmeye sukur edecek kadar olume yakin olmak bile var. O yirmi saniye bir omre bedel sanki?

1 Aralık 2011 Perşembe

Il1uzyon


Bazi seylerin boslugunu hissetmessiniz.
Size yapilan bir il1uzyondur cunku o bosluk.
Veyahut kendi kendinize yapmaya calistiginiz.
O olmadan da yapabilirsiniz.
Tek yapmaniz gerken ise
Il1uzyonunu yaratmak!


(...)


Bugun birisi daha gitti.
Iste gercekten "gitmek" budur?!?
Boyle gitme, lutfen...

(...)

*Hayati uc noktaya sigmayanlardan...

30 Kasım 2011 Çarşamba

24 Kasım 2011 Perşembe

Sarilmak

Gecen ders tek tek pismanliklarini anlatan genclere hoca guzel bir sey soyledi,

Pismanliklarinizla yasamayin, birakin gitsinler! Yoksa sizi cozumsuzluge dogru gotururler. Keske diyerek gecmisi degistirmeyi zaten beklemeyin. Keske "keske" demeseydik de zaten, o ayri konu. Pismanlik duydugunuz seyden dolayi sarilmak isteyeceginiz birilerini bulmak ve umut bicmek istersiniz. Belki yanlis kisilere bile sarilabilirsiniz.  Ama unutmayin ki, asil sarilmaniz gereken kisi: sizsiniz, kendiniz.

Kendinizi sevmeyi bilin ve lutfen once kendinize sarilin. Yalniz degilsiniz...

Muzikle insanlara ulasabilmek???


23 Kasım 2011 Çarşamba

Oracle

Arada sirada onu ziyarete giderim kahvesini icmeye. Bana beni anlatir, ben de ona sadece kendime anlattiklarimi anlatirim.

Butun bunlari nasil yasiyorum? Bu rastlantilar&olasiliklar, butun hepsi, nasil ustuste geliyor? Sanki her sey hazirlanmis gibi sadece benim uzerimden gecmemi bekliyor birileri. Nedenini soruyorum ona? Her sorudan sonra bir sessizlik, hemen ardindan bir yudum kahve...

Aslinda her zamanki gibi tek bir sorum var ona, o da "neden?". Karma, kader, yildizlar? Yuzunde biraz daha tebessum  ve dortlu Lyra (lir) takim yildizi yerine oturuyor (ama onun liri, sesidir). Lir calmaya basliyor... Evrenin benden bunu istedigini, bunlari yasamam gerektigini soyluyor o lir. Boylece evrendeki gorevimin asamalarini gecebilir ve onu gerceklestirirmisim. Peki ya duygularim, onlari niye kontrol edemiyorum? Beni de kontrol etmiyorlar ama beni yogruyorlar parmaklariyla acitarak. "Buna her sey dahil, gorevini gerceklestirmek icin onlari da hissetmelisin belki de?" diyor. O zaman evren, benden butun bu baglari fark etmemi de istiyor ve bunun icin ortami uygun hale getiriyor. Bir takim parlamalar birakiyor bende, istesem de bilemeyecegim seyleri... Gorevimin ne oldugunu, ben daha bebekken kulagima fisildamadilar ki- kalbim atmaya basladiginda verildi gorev.

Kahvenin son yudumlari, saat gece 2 sulari...  Artik dusunmekten yorgun ve kirmizi gozlerim camdan disari bakiyor biraz dinlenmek icin. Sessiz degil buralar, sadece soguk... Hem de goz pinarlarimi donduracak kadar. Gelecege bakmak icin artik telveye gerek yok. Cunku o geliyor zaten, gelecek...
Telve bahane, gerisi sahane!

Tesekkur ediyorum ona bir kez daha. Tadi damagimda kaldi her zamanki gibi.
Ben en iyisi gideyim yeniden gelmek uzere.
Daha once de dedigim gibi...


22 Kasım 2011 Salı

21 Kasım 2011 Pazartesi

Oyun

Bana o hamleyi yapmamami soyluyorsun.

Ama eninde sonunda sen yapiyorsun.

Peki oyunu kim kazandi dersin?

20 Kasım 2011 Pazar

*Enigma




























*Bugun Utaristan'a nam-i deger Enigma'yi davet ettim.
Ingilizler gibi karmasik degil,
Ama cozulebilir de degil.
Ne analog, ne de dijital.
Tamamen organik bir Enigma. 
"Sir" unvani almayi da beklemeyin...

17 Kasım 2011 Perşembe

Ozlemek...


Buraya yazamayacagim pek cok seyi ozluyorum. Hatta bu yaziyi okuyan seni bile. Belki henuz tanismadik ama olsun, elbet bir gun ozleyecegim. Sen de beni, ozume daha da cok indikce ozleyeceksin. Insan kendi ozunu baska bir insanda bulmaya basladigi icin ozler. Kendisinden bir parca olur o oz…  O eksik oldugunda ozler… 

Acaba kendisini mi ozler insan? Peki ya yapilan seyleri ozlemek? O zaman kendi ozumle kalabilmeyi de ozluyorum…

Ozlemle,

Laya


Laya: her seyin olmasi gerektigi zaman diliminde gerceklesmesi.

Kimisi icin fren, kimisi icin groove, kimisi icin bir yagmur damlasi, kimisi icin ask, kimisi icin kirmizi telefon, kimisi icin bozuk bir dugme, kimisi icin zafer, kimisi icin yeni yapilan yol, kimisi icin bebek, kimisi icin kanser, kimisi icin dom(e), kimisi icin bir kose, kimisi icin siyah duman, kimisi icin yanan bir fitil, kimisi icin kucuk bir gulumseme, kimisi icin C+, kimisi icin tsunami, kimisi icin sari otobus, kimisi icin bir dovme, kimisi icin hac, kimisi icin biraz sumak, kimisi icin halley kuyruklu yildizi, kimisi icin ‘buldum!’ diyebilmek, kimisi icin zarftan cikan o ilk koku, kimisi icin hayal olan, kimisi icin “artik cozumu var”i duymak, kimisi icin banka hesabi, kimisi icin baris, kimisi icin bitirmek, kimisi icin kolcakli sandalye, kimisi icin sabahin 4:38'i, kimisi icin uzatilan el, kimisi icin bir sise rom, kimisi icin deklansor, kimisi icin gerekli olan 35 kurus daha, kimisi icin sicak bir yuva, kimisi icin kader, kimisi icin devrim, kimisi icinse goz goze gelmek…  

Layasi, ragasi ve talasi ile…

Agir-aksak olmadan yola devam edenler onlar. Cihanin dort bir yaninda onlar. Divanindan sufilere, sarayindan da kolelere uzananlar... Tuttugu altin olanlar, soyledigi ise tarihe altin harflerle kazinanlar onlar. Bazen temizlikciden doganlar, bazense olen dokuz kardesten sag kalan ikisi onlar. Tarihi ciplak ayaklari ile degistirmeye calisanlar onlar. Oraya nasil geldigi ciltlerle anlatilan ama etrafinda hic yasayani olmayanlar. Suratlari asla cizilemeyen, bembeyaz , nur gibi bir top olanlar. Kendinden oncesi ve sonrasi diye anilan olumsuzler onlar. Mayasi tutanlar onlar.

Daha dogrusu, Layasi tutanlar…

16 Kasım 2011 Çarşamba

HR-YJMT-CGVNRCK



Kimse bilmiyordu
Surekli soruyorlardı.
Kimi, kime?
Orası bilinmez işte...


*Evet, Sen?

Kurgu

Sana yine sorularım var.
Nasıl yaptın?
Bu kadar mükemmel bir kurguyu
Nasıl hazırladın?
İlimsel bir açıklamasını arıyorum
Nasıl, nasıl?!
Bu senaryo,
Bunu sen mi yazdın?
"...Oscar goes to.."
Lütfen kısın şunun sesini!
Siz de çok konuşuyorsunuz zaten!
Miles dinlemek istiyorum...
Onun boşluklarını...

---


*Inanmasi oldukca guc...

15 Kasım 2011 Salı

Ilhan Hoca



Hayatim boyunca pek cok hocam oldu.  Hepsinden bir suru sey ogrendim. Bilgi daarcigimi genislettim. Ama bir hoca benim kendi kendimi kesfetmemi sagladi. Ilhan hoca... Ondan ~ogrenme~nin otesinde "kendi kendime ogretmeyi" ogrendim. Daha da onemlisi bilgiyi yaratmayi ogrenedim. 



Onun acik dersine ilk girdigim gunu hala dun gibi hatirlarim;



Bundan yaklasik 12 sene onceydi... Okulun ust katlarinda daha once hic ugramadigimiz bir bolum vardi. Louie Anderson ve pokemon gencligiydik o zamanlar. Bilgisayar oyunlari, derme catma muhabbetler, hayatla ilgili hic bir seyi umursamadan ve bilmeden mutlu mesud yasayan bir genclik kusagiydi o. Arkadaslar ile birlikte Ilhan Hoca hakkinda surekli sehir efsaneleri duyardik. Ders yapmadigi zamanlar 3. turden varliklar ile kontaga gectigi ve zekasinin normal insanlara gore katbe kat ustun oldugu gibi seyler... Ister istemez merak uyandirmisti bizde. Ardindan hemen bir gun kararlastirdik ve dersine katilmaya karar verdik. Sonunda, okulun (bizim icin gizli olan) o katina cikacak cesareti gostermistik. Heyecanli bir bekleyis ve merakli gozlerimiz vardi. Daha once hocanin fotografini bile gormemistik! Kapsinin onune geldik ve iceriden cesitli kompleks caz akorlari geliyordu. Sonra konusmaya basladik kapinin onunde . Bir yandan "Acaba rahatsiz etmesek mi?" diyorduk, bir yandan da kapiya yaslanip olan biteni algilamaya calisiyorduk. Ilhan hoca kapidan gelen takir tukur sesleri fark etmis olacak ki hemen kapiyi acti ve "Buyrun cocuklar, hosgeldiniz!" dedi tatli bir gulumseme ile. Biz sasirmistik!? Normalde okulda hic bir hoca boyle bir tepki vermezdi. Hemen bizi optu, ardindan iceri davet etti tum sicak-kanliligi ve lavanta kokulu kolonyalari esliginde. Odasinin iki bolumu vardi ve ortada okulun en iyi Steinway'i duruyordu... Piyanonun oldugu o bolum derslik bolumuydu. Oteki de kendi odasiydi. Odalarin duvarlarini hatirliyorumda; Bill Evans portresi, uzerinde yesil renk “yellow” yazan sari turnusal kagitlari, Bilim & Teknik dergisinin Kuantum ve Uzay hakkindaki envai cesti posterleri, fraktal renkler, Ataturk'un daha once hic gormedigimiz fotograflari, kendi eserleri ve yazdigi dergiler ile ilgili afisler, Avrupa’dan cesitli kartpostallar, Leipzig'li muzisyenler, filmler ile ilgili cesitli brosurler vs. Bir hocanin odasindan cok kendi evini andiriyordu adeta. Icerideki odasina gectik. Oturmak icin farkli farkli sandalyeler vardi. Belli ki insanlar Ilhan hoca ile sohbet etmeye geliyordu dersten arda kalan zamanlarinda.  Bir Professor icin cok mutevazi bir odaydi. Her sey farkli farkli yerlerde ama derli toplu bir duzen icerisindeydi. Daha kendisiyle konusmaya baslar baslamaz bir seylerin farkli gidecegini hissetmistim. Daha henuz 11-12 yasinda olmamiza ragmen o an konusmaya basladigimiz konular, Ilhan Hocanin bizi yasimiza gore yargilamadiginin en buyuk gostergesi gibiydi. "Bu cocuklar bunu bilir mi? Algilayabilir mi?" demeden konusuyordu. Kuantum mekaniginden fizik kuramlari & buyuk patlama teorisine, Avrupa sinemasindan politikaya, burjuvaziden kapitalizme ve sosyalizme, Fransiz empresyonizminden dodekafonik muzige , Hristiyanlardan budistlere... 



Belli ki Ilhan hoca hayatini tam anlamiyla yasiyordu ve ogrenmeyi~ogretmeyi cok seviyordu... Bilgisiz oldugunuz icin sizi yargilamaz, uzerinizde de kompleks, stres ve baski yaratmazdi. Onunla ayni fikirde dahi olmayabilirdiniz? "Hocalar savasmak icindir!" diyen bir dergah bile onunla hos bir deba yapardi.  Henuz orta-okul ogrencisi olmamiza ragmen Yuksek Lisans ogrencileri ile ayni konulari analiz ediyor ve onlarin yapmis oldugu projelere, tezlere biz de ortak oluyorduk. O gittigimiz dersler bana buyuk ilham kaynagi olmus olacak ki her seyi birakip sadece verdigi projeye kanalize oldugumu hatirlarim. Pek cok muzik dinliyorduk onun dinleti saatlerinde. Cagdas muzigi ve cazi benimsedim onun derslerinde. O dersten sonraki heyecan ile o zamana kadar ogrenemedigim muzik daarcigimi kullanarak kompozisyon yazmaya baslamistim. O kadar hevesliydim ki orkestrasyon bilmeden ilk orkestra muziklerimi yazmistim! Daha konservatuvar mezunlari partitur dahi bilemezken biz "Wozzeck" operasini analiz ederdik.  Ilk yazilarima da onunla yaptigimiz konusmalardan sonraki dusuncelerimi kagida dokerek baslamistim. Edebiyat hocam yazimdaki farkliliklari gormus olacak ki o donem yapmis oldugum bir odevin okul dergisinde kullanilmasini tavsiye etmisti. Oteki taraftan da Internet dergilerinde paylasilmasi bile istenmisti. Ne edebi bir dilim vardi ne de gramer&dil bilgisi acisindan ciddi bir alt yapim. Sadece yazmak istedigim icin yaziyordum. Ilhan hoca, "Ilham hoca" olmustu benim icin sanki...



Dunyadaki egitim sisteminin aslinda ne kadar da homojenlesip, kontrol edilmeye calistigini dusundum. Aslinda sinaptik sinirlarimizin olmadigini... Hayatta bazen oyle insanlar karsiniza cikar ki, sizi hic tanimaz hatta tanisa da unutur. Siz onu hep anarsiniz ve dusunursunuz hayatiniza ne kadar cok etki ettigine dair. Size ogretir ve biz, biz birbirimize ogretiriz...

Dilerim hepinizin hayatinda bir Ilhan Hocasi olur ve muhakkak ki bir noktada da olmustur!


Dunya

Dunya o kadar kucuk ki,
Iki parmagimin arasinda tutacak kadar!
Eger biraz daha sikarsam,
Benimle butunlesecek kadar!

10 Kasım 2011 Perşembe

Masa

Sorgu masasinin basinda oturan,
elleri bagli olan
ben
ve beni
hic bir sekilde suvalsiz sorgulayan,
surekli etrafimda dolanan
ben.

"K" olmak

"K" olmanin ne kadar buyuk bir nimet oldugunu bilmiyorsunuz bazen. Sikayet ediyorsunuz sukur etmek yerine... Sadece "K" ile basbasa olmanin gucunu hic birseye degisemezsiniz. Istemiyorsaniz "K" olmazsiniz. Istiyorsaniz ve bundan hala memnuyetsizliginizi dile getiriyorsaniz (?) o zaman "K" oldugunuzu bilmiyorsunuz demektir. Ben hayatimin en buyuk asamalarini, kararlarini ve yaratilarini "K" oldugumda verdim, veriyorum, verecegim... Bazen ona ihtiyac duyuyorum.

Benim "K"'m, benim Utar'im...


Saat Kulesi


Aynen o paslanmis saat kulesine vururken dedigim gibiydi.

Ama artik bos tinliyor ici...

9 Kasım 2011 Çarşamba

Haci Bektas Veli

Haci Bektas'a yolum duser bazen... Farklidir oralar biraz. Bazi sairlerin ve yeteneklerin "Tikandi Baba" musluklari da orada akar, tam testinin icine dogru. Tasmaz, oldugu yerde kalir... Eskidir oralar ama gunumuzde cagdas-modern diye tanimladigimiz ve hala yapamadigimiz ideler yasar orada! Farklidir, her yerde olmadigi gibi...

Otobusten iner inmez o mutevazi belediye binasi gozume carpar. Hemen uzerinde Haci Bektas Veli'nin dev bir afisi vardir ve altinda ulvi bir soz yazar "Incinsen de incitme..." Enteresandir ki oraya gittigim zamanlar hep incinmis oldugum anlara denk gelir. O yaziyi gorurum ve dusunurum, "Ben de incittim mi acaba?" Peki incitmemek mumkun mu? O an etrafimdaki insanlar toparlanir, herkes can-mal ve cay&muhabbet derdindedir. Ben ise bir dakika boyunca hic birseyi umursamadan o yaziya bakip ozur dilerim cok derinlerden bir yerden. Kim olursa olsun, ne olursa olsun, ne zaman olursa olsun... Yine de ozur dilerim.

7 Kasım 2011 Pazartesi

"Paradox"

Sonunda!
Sabaha karsi 7 gibi bitirdim...
Uykusuz bir geceden sonra,
Ama yine senin gibi olmadi...
Seni bulamadim, yaratamadim...
Belki,
Belki de duymam lazimdir ilk once?

5 Kasım 2011 Cumartesi

4 Kasım 2011 Cuma

Kelebek Etkisi


Bugun,
Iyi ki dogdunuz, dogacaktiniz ya da dogacaksiniz...

Tekirdag'daki bir kelebegin kanat cirpisinin Boston'da firtina cikarmasi gibi...
Onlar derler ki; d (f t(x), f t (y) ) > exp(at) d (x,y) 
Haydi oradan, hemen kaleme sarilmaya luzum yok!

Sadece bir gun yasayabilen bir kelebegin hikayesi bu.
O bir gunun buradaki yillara es deger oldugu...
Onlar derler ki; E = mc2
Beyler, lutfen artik birakin su kalemleri... Masanin tam ustune, birbirizin onune koyun.

Hepiniz o kalemleri birbirinizin onune koyacak kadar degerlisiniz. Soylediginiz her kelime, yaptiginiz her davranis, her enerji...
Sadece kendinize ve birbirinize yaptiginiz o "Kelebek Etkisi"!
Kalemi koymadan onceki o suphe...
Ama fark ettim ki, niyetlerimizi bile goremeyecek kadar aciz oluyoruz.
Olmayan niyetleri yaratiyoruz, baskalarinin(!) niyetlerini aliyoruz.
Ustelik gercek niyetleri bilmek varken!
Ama aslinda kozanin icindeyken basliyor olay.
Daha cikmadan biliyoruz bazi seyleri.
O yuzden itmeye luzum yok...
Kanat cirpacak kadar yorgunuz ya da cirpamayacak kadar yeni dogmusuz.
O yuzden iyi ki varsiniz! 

Aksini soyleyenler, size minettar olmayanlar (ya da onlara yaradiginiz icin minettar olanlar!) ve sadece kendi kanatlarini umursamadan cirpip firtina yaratanlar... Size bir cift sozum var;

Unutmayin, siz de kelebeksiniz... Diger kelebeklerden ne istediginizi bilmiyorum ama o bir gunun sonunda kanatlarinizin altinda hic bir sey olmayacak! Geriye hos(?) bir meltem esintisi kalacak...

*Dogum gunleri ve dogmama gunleri...


Ilk konustugum gun

Ilk konustugum gunu animsadim. Diyeceksiniz ki "Insan ilk konustugu gunu hatirlar mi?". Tabii ki oyle zannettiginiz gibi degil.

1999'un Eylul ayiydi. Havalar yeni yeni serinliyordu. Dedem Agustos'un son haftalarinda zature olmustu ve ne yazik ki 29 Agustos'ta hayatini kaybetmisti. Ama ben kucuktum ve olan bitenden haberim yoktu, soylenmiyordu ayrica... Eve gelmistik, anneannemin evine. O gunlerde eve neredeyse hic gelinmiyordu, belli ki bir seyler yanlis gidiyordu zaten. "Dedem hastayken niye onu birakip eve gelelim ki?" diyordum icimden. Nitekim herseyi anlamistim o sure zarfinda. Goz yaslari, toplanan esyalar ve donuk, titreyen sesler kendini ele veriyordu. Onca kosusturmanin ve telasin, derin bir of cekip agirlikla koltuga coktugu o fisiltilari duymustum. Dert, tasa, kortizon, doktor, hastaneler, deprem, eylul yagmuru... Sessizlik hakimdi, tacet... Konusmam neme lazimdi? Dugumlenen bogazlari benim sesim ile acilmisti aniden. Ilk kez konusmustum  o gun surc-i lisan etmeden... Durmadan konusuyor ve tesekkur ediyordum oradaki herkese. Ses tonum dahi farkliydi, koyu, puslu.  Sanki O'nun yerine konusuyordum o gece, bakislari anlatiyordu... 

Sapka


Genelde Utaristan'a boyle seyler yazmam ama bu sefer icimden geldi...

Albumlerim ile ilgili planlarimi yapiyordum. Kendim icin bir konsept yaratmak istedim. 
Bu konsept tamamen Sapka'larim ile ilgili olacak. Dunyada sapka ile muzik yapan binlerce muzisyen vardir eminim. Belki de omru boyunca sapka ile gezenler bile vardir. Ama benim icin Sapka'lar farkli onemler tasiyor. Kendi logomda bile ici piyano tusu olan bir Sapka  dusunmuyor degilim. Omrum boyunca yapacagim butun albumlerimde su formati kullanmaya karar verdim; On kapaginda mikrofon standi usunte konmus olan bir Sapka! Tugla duvarlar, guzel bir spot isigi ve renkler... Ilk Sapka'm, ikinci, ucuncu, dorduncu... Yasadigim o son noktaya kadar... 

Her bir Sapka bana hayati ogretenler, kendimi kesfetmeme sebep olanlar, kaldirdigimda altindan cikanlar, bana muzigi yaratanlar olacak. Onlarin da kendi Sapkalari eminim ki vardir ama giyilenlerden degildir herhalde!


Herkesin boyle Sapkalari olmasi dilegiyle...


31 Ekim 2011 Pazartesi

29 Ekim 2011 Cumartesi

Kurdele

Siz...
Unuttugunuz bir seyi hatirlamak icin parmaginiza kurdele takarsiniz .
Peki ya hatirladiginiz bir seyi unutmak icin ne yaparsiniz?

26 Ekim 2011 Çarşamba

"Alti Numara"

Bize sesleniyor
icerilerden bir yerden.

Bazen dinlemiyorum onu,
bazense duyamiyorum...

Soyledikleri bir sekilde oluyor
Hic bir zaman "Ben demistim..." demez o!

Her seyi bilmez ama
senin hic bilmediklerini bilir, ogrenemeyeceklerini...


Sana soylemez,
senin ogrenmeni bekler.

Alti numara,
o hep ihtiyacin oldugunda bulamadigin yerdedir.

Basarisiz oldugun zaman
pis pis gulmez, zihnini sivazlar.

Basarili oldugunda ise,
gurur meselesi yapmaz, geri cekilir...

Alti numara,
icindeki bir dairede oturur.

Bir omurluk misafir gibi,
sen ayrilinca o da gider.

Seninle hic bir sey paylasamaz,
Cunku paylastigi tek sey sensindir.



Dilek Feneri


Gerceklesmesi icin daha ne kadar yukselmesi gerekiyor?
Isigini asla goremeyecegim kadar uzakta olmasina ragmen!
Tabii ya,
Ben bu dilegi kendimden diledim...


Ama,
Sanirim oteki dilegimi ben goremeyecegim.
Dilerim ki yeni nesillere nasip olur...
...


*Lutfen Utar, yoruldum artik...

22 Ekim 2011 Cumartesi

Dejavu

Cok kisa araliklarda gorulen ama aslinda uzun suren bir ruyadir bu.
Bazen yuksek nabizla uyanir kabus olarak nitelendirip. Ardindan o ruyanin icinde olmadigi icin rahatlik coker, nefes alir...

Ya da,

Olmak istemedigi o ruyadadir yine. Kabusun ta kendisi... Uyandigi o an, aslinda ruyanin kendi gercekligi oldugunu gorur. Ruya "dejavu etkisi" yaratmistir olmayan gerceklikte.

Ta ki uyanana dek...

*Gecmisi su an zannedecek kadar gercekti...

20 Ekim 2011 Perşembe

Kent (Kavafis'ten)


Kentlerde yasamaya basladigimiz gunden beri hayat ayni Kavafis'in dedigi gibi ilerliyor. Bazi seylerden uzaklastigimiz dogrudur sirf yakinlasmak ugruna. Peki ya kentin disina cikis? Guldurmeyin beni, ne oldugunu tabii ki biliyorsunuz...

"Başka diyarlara, başka denizlere giderim, dedin.
Bundan daha iyi bir kent vardır bir yerde nasıl olsa.
Sanki bir hükümle yazgılanmış bir çabam;
ve yüreğim sanki bir ceset gibi gömülmüş oraya.
Daha ne kadar çürüyüp yıkılacak böyle aklım?
Nereye çevirsem gözlerimi, nereye baksam burada
gördüğüm kara yıkıntılarıdır hayatımın yalnızca
yıllar yılı yıktığım ve heder ettiğim hayatımın."

Yeni ülkeler bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler.

Hep peşinde, izleyecek durmadan seni kent. Dolaşacaksın
aynı sokaklarda. Ve aynı mahallede yaşlanacaksın
ve burada, bu aynı evde ağaracak aklaşacak saçların.
Hep aynı kente varacaksın. Bir başka kent bekleme sakın,
ne bir gemi var, ne de bir yol sana.
Nasıl heder ettiysen hayatını bu köşecikte,
yıktın onu, işte yok ettin onu tüm yeryüzünde.

Constantino KAVAFİS

18 Ekim 2011 Salı

Otomatik Pilot

Son zamanlarda otomatik pilot devreye giriyor.
Ama benim kullandigim gibi olmuyor ne yazik ki...

H'yat

Cinema Paradiso'yu andiriyorsun
bazen de catlak bardaktan sizan suyu
ya da govel basli ordegin cu** gibisin...


17 Ekim 2011 Pazartesi

Paradoks


Paradoks bu kadar guzel anlatilabilirdi;

Seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman,
çünkü iki yüzüyle çıkar karşına hayat.
Bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın
ateş de pay alır kendine soğuktan.

Seni sevmeye başlamak için seviyorum seni,
sana olan sevgimi sonsuzlaştıracak
bir yolculuğa yeniden başlamak için:
bu yüzden şimdilik sevmiyorum seni.

Sanki ellerimdeymiş gibi mutluluğun
ve hüzün dolu belirsiz bir yarının anahtarları
hem seviyorum, hem de sevmiyorum seni.

Sevgimin iki canı var seni sevmeye.
Bu yüzden sevmezken seviyorum seni
ve bu yüzden severken seviyorum seni.

Pablo Neruda

Simdi notalara dokmeye basladim. Senin gibi olmayacak biliyorum ama Sili'nin Lauca'sinda buldugum seni ariyorum kalemimin ucunda. Duymani isterdim...


*Matilde'ye sone 

12 Ekim 2011 Çarşamba

Daha ogrenecek cok sey var...

 
Mevlana'dan hayata dair;

Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.

Zamanla ışıkta yaşamayı ögrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.

Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladim sevdiklerimi. ..
Ağladım.

Yaşamayı ögrendim.
Dogumun, hayatın bitmeye başladığı an oldugunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar oldugunu
ögrendim.

Zamanı ögrendim.
Yarıştım onunla…
Zamanla yarışılmayacagını,
zamanla barışılacağını, zamanla ögrendim…

Insanı ögrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler oldugunu…
Sonra da her insanın içinde
iyilik ve kötülük bulundugunu ögrendim.

Sevmeyi ögrendim.
Sonra güvenmeyi…
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı oldugunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kuruldugunu
ögrendim.
İnsan tenini ögrendim.
Sonra tenin altnda bir ruh bulundugunu. ..
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde oldugunu ögrendim..

Evreni ögrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını ögrendim.
Sonunda evreni aydinlatabilmek için önce çevreni
aydınlatabilmek gerektigin ögrendim.

Ekmeği ögrendim.
Sonra barış için ekmegin bolca üretilmesi gerektigini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin,
bolca üretmek kadar önemli oldugunu ögrendim.

Okumayı ögrendim.
Kendime yazıyı ögrettim sonra…
Ve bir süre sonra yazı, kendimi ögretti bana…

Gitmeyi ögrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi…
Daha da sonra kendime ragmen gitmeyi…

Dünyaya tek başına meydan okumayı ögrendim genç yaşta…
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektigi fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektigine aydım.

Düşünmeyi ögrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi ögrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yikarak düşünmek
oldugunu ögrendim.

Namusun önemini ögrendim evde…
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk oldugunu;
gerçek namusun, günah elinin altindayken, günaha el
sürmemek oldugunu ögrendim.

Gerçegi ögrendim bir gün…
Ve gerçegin acı oldugunu…
Sonra kararında acının, yemege oldugu kadar hayata da
lezzet kattığını ögrendim.

Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının
hayatı tadacağını öğrendim.

Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya …
Kalp durur …
Akıl unutur …
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur …

MEVLANA

11 Ekim 2011 Salı

T




Yesil: Ben hep yesilde kaldim zaten. En cok kullandigim o oldu.  Sanatsal bir hat... Her yere baglanir. Butun diger renklerin anasi gibidir. Alisveris ve guzel yemekleri de cabasi... Cogu veda da bu hatin yakinlarinda olur.

Mavi: Pek kullanmadim ama okyanusa yaklasip karsidaki kitalari gorebileceginiz yerlere sizi goturur. Rengi gibi denize dogru gider adeta ya da gokyuzune gonderir kimilerini.

Kirmizi: Bana hep yolculuklari hatirlatir... Her gidisimi, her gelisimi... Zamanin hizli gectigi tek hattir benim icin. Duragin sonu kafanizi karistirir cunku ikiye ayrilir, ayni 2 farkli sonu olan romanlar ve filmler gibi.

Turuncu: Cok guzeldi... Ayni o portakal gibi.

Gri: Hic kullanmadim kismet olmadi. Cemberinde gul bile oyamadim.

Mor: Cok uzaklara gider... Dunya gelirinin %80'ine sahip olan insanlarin bir kismi bu hattin son duraklarina yakin otururlar.

Siyah:  Yurudugun kadar dusunursun...

10 Ekim 2011 Pazartesi

Bilir misiniz?



Bazi seyler vardir... Sadece yasadiginiz surece bilirsiniz. Size verilmemis olan bir hediyeyi acmak gibidir aniden. Beklediklerinizle ve beklemediklerinizle suregelen bir hayat. Kucuk bir nokta gibi ama ici sinirsiz ve kalici. Hepsini birlestirdiginizde kendi tablonuzu gordugunuz, zaman zaman bakmayi unuttugunuz, ilgi gostermediginiz o tablo... Belki zamanla biraz asinmis olabilir. Renkler solmus, canlilik gitmis, parcalara dagilmis ve derinlik kaybetmis olabilir. Bir sanat eseri gibidir hayati yasmak... Iste bu kendi kitabiniz, kendi tablonuz; yani kendiniz... Bildiklerinizi bir tuvale dokun bugun, bilmedikleriniz ise tuvalin beyaz bosluklarina birakin, kendisi gelecektir zaten.

Bilmediklerimi dusunuyorum bazen... Belki de kimilerine gore bilmemeyi tercih(?) ettiklerimi. 
Saatime bakiyorum da simdi, zaman ilerliyor benimle birlikte ve bir gun onu birakacagimi biliyorum. Sizler gibi bakiyorum. Belki siz baktiginiz an farkli, goreceli olan zaman dilimlerinde ve yerlerdeyiz ama hepimiz bir sekilde ona bakiyoruz. Gunese ayni anda birlikte bakabilmek gibi. Orada sicak ama burada soguk. En azindan bunu biliyorum simdilik!


Peki, siz bilir misiniz?
Gokyuzunden gelen o kirmizi suzmenin kirik-dokuk duvarlara vurdugundaki o hazzi paylasmayi,
Ruzgarin ensenizden carptigi anda cakil taslarina basip, onun acisi ile birbirinize bakip gulumsemeyi,
Bir Eylul ayinda gunes dogmadan onceki sessizlikte ve sukunette, sararmis ve kirilgan yapraklarin ustune uzanip onlarin sesini dinlemeyi,
Yapilmamis olan muzelerdeki henuz yasamamis olan insanlara ait olanlari gormeyi,
En iyi bildiginiz filmi bir kez daha izlerken aslinda hic bilmediginizi,
Her gun onunden gectiginiz o kosedeki restorana hic bir zaman gitmediginizi fark etmeyi,
Aslinda bizim hic karsilasmadigimiz o yillari,
Denizin ustune uzanip ayi uzun uzun seyrederken, gunesin dogumuna dek muhabbet etmeyi,
Ozur dilemenin ve tesekkur etmenin aslinda ne kadar da ulvi bir guc oldugunu,
Sarilmak istediginiz o an sarilabilmeyi,
Onlarin yasadigi yerlere gittiginizde "onlar" olmayi ve susmayi,
Ne kadar birlikte olsak bile aslinda yalniz oldugumuzu,
O kokuyu,
Kahveyi, cayi hatta cok gordugunuz bayat bir simiti,
Tam yaninda olsaniz bile ozlememeyi,
Olmayi cok istediginiz o yere gidebilmenin getirebilecegi mutsuzluklari,
Kimi zaman geri donmemeyi,
Bazi seyleri paylasamamanin verdigi dayanilmaz hafifligi(!),
Onunla birlikte gozlerinizi acip, kapatmayi,
On tarafi ana-baba gunu olan posta kuyruklarini, 
Sonsuzluga dek uzanan tren yolculuklarinda Alp daglarinda verilen kisa bir molada sicak cikolata icmeyi,
Thomas More'un utopyasinda, Eflatun'un devletinde yasamayi,
Madagaskar'da Tesla olmadan mucadele etmeyi,
Romanlarda kaybolmayi,
Hic bilmediginiz dunyalarda kendinizi bulmayi,
Onun aslinda dogru veya yanlis olmadigini,
Aklinizin oyunlarina (s)istem-disi bir bicimde yenik dusmemeyi, 
Meleklerin kanat cirpisini,
Karincalanan zihninizi zamana birakmayi,
Imkansiz denileni gercek kilmayi, 
Tuttugunuz o sozlerin enginligini ve sonrasindaki dinginligi,
Hic bir zaman birakma- dediklerinde birakmamayi, lakin...

Bilir misiniz?
Sanirim ben pek bilmiyorum...

Conversation With Myself I

Kendimle yaptigim bir sohbetin muzige donusmus hali... (Duymak icin ustune tiklayin...)

Goz Mezesi



Goz mezesi... Cok guzel bir sey aslinda. Tadina doyum olunmaz bir gokkusagi toplulugu gibi. Ehl-i keyif esliginde keyf-i keder olur butun masadakiler. Her renk hayattaki dostlarin derman yollaridir ayri ayri.

Peki ya goz mezesi olmak? Bunun icin ayni seyleri soyleyemecegim...
Bazilarinin "goz mezesi" oldugunda masadan firlatilip atilirsin bir koseye. Kirilirsin... Aslinda goz mezesi olamadigin icindir o masadaki olusun, akibetin veya yoklugun. Tadindan yenemedigin icin masada yoksundur artik. Baska mezeler ile degistirilirsin. Belki biraz yillandigin icindir, belki de damakta artik aci bir tat biraktigin icin, ya da artik gereksiz bir fazlalik oldugun icin. Altinda durdugun tabak kirik olsa bile bir daha kirilir, bir daha, bir daha... Tuzla buz olursun o kosede. Sonra uzerine dogru bahsis ile calisan ufak-sevimli bir cocuk gelir ustu-basi sararmis ve saatlerce calismaktan elleri yasindan buyuk bir bicimde. Bir cirpida seni supurgesiyle temizleyiverir o koseden. Kalan artiklarini tuz ruhu bile temizleyemez. Neyse, boyle bir sey iste "goz mezesi" olmak... 



Gelelim gercek goz mezesine;

Yahya Kemal, her akşam sofrasını "kuş sütü eksik" kurdurur, ama çoğuna el bile sürmezmiş... Lakin sürsün, sürmesin hepsi hesaba yazıldığı için şef garson, şaire, şimdiki deyimle "kıyak yapmış", sofraya kırmızı turp koymamış... Yahya Kemal gelmiş, oturmuş masaya şöyle bakmış garsonu çağırmış:

"Nerede kırmızı turp?"
"Efendim dikkat ettim yemiyorsunuz da..."
"Ben sofraya konan her şeyi yemek zorunda değilim, onların bazıları benim göz mezemdir!"

1 Ekim 2011 Cumartesi

Bazen oyle seyler hissediyor ve yasiyorum ki, ne kadar sozluklere de baksam, ansiklopedileri de karistirsam, sanatsal ve edebi varliklara da baksam hic bir tanimini bulamiyorum. "Iste bu!" diye onu bulacagim andir belki, bu hayatta beklenmedik olan o sonsuzluklara bakmak. Gozum kapatildiginda, agzimi acip tek kelime bilmeyen cocuklar gibi kalacagim o beyaz ve parlak duvar kagididir belki.

Ben ki, seni yasatmaya calisacagim burada oldugum surece. Onumu gormeden yurudugum ucurum kenarindaki bosluklara attigim tum adimlari dolduran seni.


20 Eylül 2011 Salı

4th


It is harder than it seems,
As time goes by....
4... Just a freak number of the human being, though?!
Therefore, it's all about me!
Nothin' else matters.

20 IX '11

14 Eylül 2011 Çarşamba

Vane

Denizasiri gelen bir esinti bu.
Sanki yolda tanimadigim birine surekli rastlamak gibi...
Ama hic bir zaman hatirlayamadan.
Yanimdan gecip giden o,
Ruzgar gulu aksine donunceye dek
Buralarda oluyor...

*O'nu gormem icin gozlerimi acmama gerek yok cunku hala burada...

12 Ağustos 2011 Cuma

Stolen Moments



Paralel evrenden calinmis olan anlari gormek,
Bu evrene tasinanlar ile yasmak ve bunu kabullenmek...
Bazilari icin cok zor, bazilari icinse cok kolay.
Hayatimizin aslinda evrenler arasi bir yolculuk gibi oldugu gercegi;
Size bir sene sonrasini anlattiklarinda,
Anlam veremez hatta belki inanmazsiniz.
O paralel evrenler gibidir gececek olan bir sene.
Zaman icerisinde evrenler asilir,
Beden yorulur,
Bedenler yok olur ...
O sene gecer ve o evren buraya gelmistir, veya siz oraya gitmissinizdir.
Zihninizden calinmis olan o anlari gorursunuz bi yerlerde.
Hesap sormak istersiniz ama
Bazilariniz Tanri'dan baska sucalayacak birini bile bulamaz.

Iste o zaman her seyi kelimenin tam manasiyla s.... edip, (afedersiniz)
Notayi onunuze koyup,
Elinize enstrumaninizi alip,
Hatta bedeniniz , ruhunuz bile bunun icin yeterli!
Sessizlik icerisinde bile muzik titresimleri yayanlar, sizler, biz,
Varliginizin oldugu yerde ve zamanda bu muzigi desifre etmeye baslarsiniz.
Notalar yanlis mi diye dusunmeyin, cunku o sizin yanlisiniz olur.
Sadece calin,
Yorulana kadar,
Goz kapaklariniz kapanana kadar.
Ruyanizda bile calmiyorsaniz eger,
O ani yasamamissiniz demektir.
Uzgunum demektir...
Sizin icin, kendim icin...
Muzik, o bir yasam formuydu ve orada yasamadi demektir.
O an sadece ses titresimleri orada kalmis demektir.
Yani, muzik yapilamadi...
O anlar iste "Stolen Moments" oldu!
Kim tarafindan? Neden?
Iste hayatimdaki en buyuk ve tek soru isareti de budur zaten!