27 Aralık 2010 Pazartesi

Buzz...

Dondurucu bir soguk geldi aniden. Nereden oldugunu bilmiyorum ama hemen hava durumuna baktim. Enteresandir ki 21°'yi gosteriyordu ibre!? Yani bir insan bedeni icin gayet uygun. Bu nasil olabilir? Ama hic bu kadar usudugumu hatirlamiyorum! Bu soguk, sanki hayatini kaybetmis olan cok sevdiginiz bir insanin o an orada olmasinin yarattigi bir sogukluk gibiydi. Hic boyle hissetmemistim hayatim boyunca. Isinmak icin anne rahmindeki gibi durmaliydim. Sogukkanlilikla ve bekleyerek. Sanirim hazir degildim...


*Sadece bir kac adim kadar gerideydi. Soz verdim... 27 Aralik'ta ne olacagina dair hic bir ip ucu dair ortada yok. Bilmiyorum! Tek bildigim, o benim huzunum oldu. Topaklandi, yumru haline geldi ve icimde bir yere yerlesti. Goz pinarlarimi doldurdu teraziden bosalan sular ile. Teraziyi dengeleyecek hic bir varlik yok...

16 Kasım 2010 Salı

Es


Su an,
cok sessiz,
cit cikmiyor,
Ama o kadar cok konusuyorum ki,
Sessizlik derinlesiyor...

13 Kasım 2010 Cumartesi

Ey Cocuk!


Ey Cocuk!

Neler yapiyorsun simdi? Duyduguma gore buralardaymissin, cok yakinlarda... Hem de oldukca!
Peki bu sen kadar yakinken , hala gercek olmaktan kaciyor musun? Yoksa... Hala seni biraktiklari dunyayi sorgulamadan mi yasiyorsun? Bildigin seyleri dogru olarak savunup, bilmediklerin hakkinda on-yargi ile mi yaklasiyorsun? Ogrendigin ve yarattigin herseyi para karsiligi mi satiyorsun? Beklentiler icinde misin? Neslin tukenecek diye mi korkuyorsun? Bir zamanlarin cocuklari, simdiki cocuklarin hayatini mi degerlendiriyor ve yonetiyor, baska cocuklari da hayatlari pahasina mi kullaniyor ?

Sen cocuk ile cocuk olmamissin anlasilan...

Duzenin icinde duzen arayisi yapmak, o duzenin gelisi guzel olmamasi gerektigindendir. Kontrol edilemez bir cocukluktur bu. Baska cocuklardan aldigini diger cocuklara verir. Ama bu cocuklarin hedefi pek bi bellidir. Hatlari duzgun yapilmis bir sanat eserinden daha soyuttur hayatlari. Kendileri degildir onlar, baskalarinin taklitidir adeta... Baska cocuklari taklit ederler, yenilerine taklit edilecek dongusel bir hayat periyodu birakirlar. Goreceli dogrulari vardir ve her zaman varolduklari yerdedirler. Kisilikleri asla degismez...


Bu gun seni dusundum cocuk,

Sonbaharin kizil agaclarina dogru bakip sana bunlari yazarken, seninle olan sohbetlerimiz aklima geldi. Asirlar boyu sohbet ettik biz seninle, o kizil agaclar daha yokken bile. Hatirlar misin cocuk? O taslari seninle birlikte dizdik.. Hem de domino tasini dusunerek, onlari tehdit edecek en ufak tehdit unsuruna karsi koruyacak sekilde dizdik bu taslari. Bazen sen onlari sorgulamadan yok ederdin... Bazen o taslari birbirine vururdun oyle olmasini istedigin icin. Bir tanesi kirilirdi hani... Hep parcalari kalirdi ama bir turlu birlesemezlerdi, cunku nasil birlesmesi gerektiklerini bilmezlerdi. Sen de ogretmezdin onlara nasil birlesmeleri gerektigini, farkina varmalarini dahi istemezdin. Sen derdin ki " Taslar sadece tas oldugunu bilmeli, otesi onlari ilgilendirmez." Simdi bakiyorumda... Olmadi be cocuk... Bu sefer gercekten de olmadi...

Bazen senin savaslarini dusunuyorum;

Ne ugruna, neleri feda ettigini. Hatta hayatini bile feda ettin, hem de milyonlarca kere... Dunyanin her yerinde anin vardi ve seni ananlar vardi. Ama sen olan biteni goremezdin cocuk. Cunku varligin soz konusu bile olmazdi o an ... Baska cocuklara kalirdi yasam. Sen oyle isterdin. Hep oyle oldu biliyor musun? Sana secme hakki bile vermediler, inancini kullandilar senin, belki de olmayan seylere inandirdilar seni . Hep orada kaldin sen ve o cocuga niye tokat attigini anlayamadin bir turlu... Nedenini hic sorgulamadin cunku taslar oyle dizilmisti ya. Sen oyle istemistin hatirlamadin mi? Hatirladin tabii ki ama aninda unutursun sen boyle seyleri cocuk. Hala kaldigin yerden devam ediyorsun o suvalsiz fedakarliga. Kucuk soru isaretleri ile savasiyorsun. Her seferinde kaybediyorsun. Baska cocuklar kazaniyor. Ama onlar da kaybediyor... Arkani don ve bak ama bakmaman gerek, cunku vurulursun o cocuk tarafindan. Geri donusu yoktur bu cocuklugun...

Bazen de sanatini dusunuyorum,

Algiladigin kadar insansin ya, ona gore yarattin hep. Cogu zaman sinirlama koydun, koydular! Kurallari yiktin zaman zaman sonra da kurallari ozledin, bagli kaldin onlara. Bu ic gudu muydu senin icin?

Dunyanin farkli yerlerindeydin sen, deri rengin diger cocuklardan farkliydi, dilin, dinin, kulturun... Farkliydin sen. Ama bir yolunu buldun ve diger farkli cocuklar ile anlastin. Onlar ile ayni anda yarattin sanatini. Dunyayi cizmeye ve yazmaya basladin, heykellerini yaptin, muzigi kesfettin. Bazen anlasilamadin...

Sanat ya bu! Insanin kendi rengiydi bu, o algilardi bunu. Icinde bir yerlerde bulurdu onu. Kendine gore yorumlardi sanati ve edebiyati. Is teknige geldiginde ise teori, pratik yarati-zaman kavraminin yerini aldi. Farkinda olmadan altin oranini kullandin belki de, dengeledin ve anlasilabilir kildin . Cogu zaman uygun olmayanlari yok ettiler veya zamana biraktilar uygunlugu gelene kadar. Kimi zaman, bulundugun zamanin otesinde sanat yaptin. Kimi zaman eskiyi taklit ettin. Sanat bir zaman yolculuguydu senin icin.

Peki ya muzik? Muzik sadece dunyamizdaki atmosfer olanaklarinin olusturdugu ses dalgasi frekanslarinin titresimlerinden iletkenligi olmasi ve bunu kesfedip/yaratip insan beyninin kavrayacagi noktaya sunarak teorik ve duygusal anlamda algida secicilige indirmek miydi? Yoksa tamamen ruhsal birsey miydi bu? Hatta konusmadaki anlas(il)ma ve anlatma istegi de buradan mi geliyordu? Nereden geliyordu bu muzik yapmak ve yaratmak? Dusunsene, uzayda olsaydin muzik yapamazdin ama muzik icinde bir yerlerde olurdu. Ayni dusunceler gibi! Eger oyle ise ve bunu iletmek icin cesitli arac/enstrumanlar ve ses dalgalari kullaniyorsan... O zaman muzik ve dusunce baska bir evrendir bizim icin. Sessizligin bile kanvasta muzik oldugun anlardir o dusunce. Gercek sanati kesfetmeye calisiyor bu cocuk!

Ama, birseyler dogru gitmiyor yine de... Sanatini yapan cocuk, bunu satiyor bazen! Yasamanin bunu gerektirdigi bir hata bu!? Yaratilan hersey bu dongude arac olma ugruna gidiyor. IQ, EQ, PQ ve SQ'larindaki nicelikleri satiyor bu cocuklar... Yapay olan yaratilar, baska amaclar ugruna kullaniliyor ve bazi seyleri yok ediyor ... Bu cocuk, sanatini yapamiyor...


Simdi ise yasatmaya calistigin cocuklari goruyorum,

Onlari yasatmak icin emek harcayan cocuklari. Yasanan surecleri yasiyorum icimde, hepsini teker teker... Bu emekleri bosa harcayan cocuklari goruyorum ve yasantiyi tehdit eden unsurlari. Kendi menfaatleri ugruna yasatma sozu verip, bagimlilik ve yapay cozumleri ile cocuklari kandiranlari goruyorum. Sagligi paha bicilir kilanlari goruyorum. Bunlara nasil izin verirsin cocuk? Nasil?

Ve sende bilgiyi ve sevgiyi goruyorum...

Bunu sonsuzluga yaymak isteyen cocuklari goruyorum. Hic yokken bile varolan seyler bunlar. Bildigini paylasmayi seviyorum. Ama ne bildigin konusunda suphe etmeden bunu yapmak, senin bildiklerinin, karsidakinin algilayabilecegi kadar oldugu ile sinirlidir. Bu bilgi de maddiyat demek degildir cocuk. Cunku bilgi yozlastirilabilir, formu bozulabilir ve yanlis uygulamalara kurban gidebilir. O zaman cocuklugunu yasayamazsin ! Sevgi olmadan bunu bilemezsin ve sevginin kendi bilgisini hic bir zaman benimseyemeden yasarsin o hayati. Cocuklarin, onlar dahi bunu yasamaya maruz kalabilir...

Soyleyeceklerimin, aklinizda dugumlendigi noktadaki sessizliktir bu.
...


Yakin zamanda geri gelecegim cocuk. Her nerede isen, ben orada olacagim. Beni arama cunku ben seni buldum bile...

12 Ekim 2010 Salı

Sana Sone -I-


Gozlerinin icinde yasarim ben
Senin beni gordugun derinliklerde,
Tam zihninin ortasinda yuzerim.

Ilk vedamizdan son vedamiza kadar kulac atarim ben
Zaman ve mesafe yok buralarda
Hic ugramadi sanki...

Benligimde bir milat yarattin sen
Sayisiz ekinokslari gectin icimde,
Daha sen yoktun sanki...

Bana elinde tuttugun o tablo ile geldin
Sen anlatmadan ben kendimi anladim seninle
Hayatimda daha once hic sarilmamis gibi sarildim,
Dun gibi, bugun gibi.

Elimi ayirdigim anda bile
O his gelir okyanus otesinden yine
Ellerine, adimlarina bakarim,
Sanki gozlerinmis gibi.

Goremeyecek kadar uzaklasana kadar bakarim
Bi daha gorebilecek olmanin ozlemi ile.
Insan bazen arkasini birden doner ya hani!
Belki o an bir daha seni gorebilecekmis gibi.

Daha dun gibi,
Bugun gibi...

*Ilk bugun gitmisti. Sonra bi daha gitti, yine bugun ama, baska bir yere?! Makinist, kes...

29 Ağustos 2010 Pazar

Silgi


Göz yaşlarımı siler gibi
Beni de siler...
O beyaz mendil,
O bir silgiydi aslında.
Günü geldiğinde kullanmak için yollanmış olan.

Silgiyi kullanmak aşağılarda dolanmayı gerektirir.
Suyun üstüne her çıktığında boğulur çünkü.
Sanki deniz kızı ve insan gibiler...
Derinlik iki yaşamda da farklıdır.
Birisi okyanusun dibinde, öteki göklerde.

Boğuluyorum Küba'nın mavi gecelerinde,
Boğuluyorum gökyüzündeki martılarla uçarken,
Boğuluyorum her uyanışımda, katılıyorum...
Boğuluyorum her attığın adımda, atmadığında,
Boğuluyorum gözlere baktığımda...

Yardıma ihtiyacım var
Yeniden nefes alabilmek için!
Ben bilemedim onu,
Yapamadım onu.
Silemedim...

*Ikinci buyuk goz yasimdi o benim. Dedemden sonra... O gun, yasadiklarini yasatti bana ve ustundeki o kiyafetine uyumlu bir yuzuk ise ben de kaldi.

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Orada oldugunu biliyorum


Orada oldugunu biliyorum,
Hep arkamda,
Golgemden bile daha yakin,
Gorus alanimda olmayan bir yakinlik,

Orada oldugunu biliyorum,
Bilmedigim zamanlar bile biliyorum...
Gerceginden daha hayal olan,
Bir varliktir o!

Orada oldugunu biliyorum,
Hic buralara ugramasan bile,
Hep buradasin,
Hatta zaman dursa bile...

Orada oldugunu biliyorum,
Cunku ben de oradayim aslinda...
Yazmasam da , gormesem de , konusamasam da, cizemesem de...
Dokunamasam dahi biliyorum.

Orada oldugunu biliyorum,
Sensin cunku o,
O da sen,
Peki ben neyim?

Orada oldugunu biliyorum,
Ama daha once bilmiyordum.
Bilmediklerimi ogreniyorum seninle,
Kendimi kesfediyorum.

Orada oldugunu biliyorum,
Simdi daha baska,
Dun farkliydi sanki,
Peki yarin?

Orada oldugunu biliyorum,
Evrenin bir diger ucunda olsan bile,
Yasamanin verdigi o tadi,
Biliyorum...

Orada oldugunu biliyorum,
Biliyorum cunku bilmemi isterdin,
Istediler, istiyorlar, isteyecekler,
Istiyorum...

Orada oldugunu biliyorum,
Bilgeligi goruyorum sende,
Sanati , sarabi, savasi -
ve aski...

Orada oldugunu biliyorum,
Cunku sende, bende olan birsey var,
Ben onu buldum,
Ve hic birakmayacagim...

Orada oldugunu biliyorum,
Bana kendimden daha yakin,
Neruda bile tarif edemedi o yakinligi.
Ben nasil ederim?

Orada oldugunu biliyorum,
Orada olacagimizi da biliyorum,
Olmustuk aslinda ama yine de,
Orada olmaliyiz, orada ...


*Hep soguk olan yastigim sicacik olmustu o yaz...

26 Haziran 2010 Cumartesi

Kedipati

`Doganın bize farkettirdigi bazi guzellikler vardır,
Bi de bizde doganın fark edemedigi bazı guzellikler…`
Bir gun, farklı bir gun…
Her zaman oldugundan daha farklı.
Ama belki hep aynıdır?
Bazi gunleri olur ya, o `gunleri` olan insanların .
Kendi buldukları gun kavramı içinde kaybolup dururlar.
Kimisi hic bitmesini istemez,
Kimisi o gunleri sayar, bil(me)dikleri seyler ugruna…
Doga misyonunu şiirsel bir guzellikle yaparken,
Insan vizyonunu destansal bir derinlikle hazırlar,
Ama o gun,
Hic bir zaman hissetmedigim ve belki de fark etmedigim `o` nu duydum.
Sesi bir kedinin miyavlayarak insana birseyler anlatmasi kadar narin ve mukemmeldi…
Bos konusma kavramina karsi bir kukreme gibiydi.
Hic olmadigi kadar anlamlı ve derin…
Bu derinligin içinde,
Dusunce okyanusumun ortasindaki bir adayı gordum sanki.
Adanın ustunde bir ayna vardı,
Bir tarafı benim dusuncelerimi bana yansıtırken,
Oteki tarafı `o` nun duşuncelerini okyanusa guneş süzmesi edasıyla yansıtıyordu, adeta içimi ısıtırcasına.
Sevgi kavramına olan dokunuşu,
Beni patisiyle kavradı sanki.
Eşi benzeri olmayan,
Hic bir zaman kıyaslanmayan,
Ne sınır ne de sınırsızlık kavramı olan...
Saf bır ışık süzmesi gibi.
Fiziksellik ile zihinsellik arasindaki fiziksel olarak yok edilemeyecek bir zihinsel bag idi bu ışık süzmesi.
Hiç hissetmedigim kadar güzel,
Hiç varolmamış kadar özel,
Hiç anlamadığım kadar anlamlı,
Hiç çözemediğim kadar kolay,
Hiç düşünmediğim kadar derin,
Hiç beklemediğim kadar yakın,
Hiç anlatamadığım kadar anlaşılır,
Hiç sevmediğim kadar sevgi dolu,
Hiç ozlemediğim kadar `...` dolu.

21 Mayıs 2010 Cuma

Bir dakika...



Hayati baslatan olay, bir dakika icerisinde gerceklesir, hatta belki evreni bile...


Bir zamanlar daha bir dakika yokken, dakika kavramini yarattilar,
O kucuck zaman dilimi olan bir dakika icerisinde insanlarin yillarini ve geleceklerini degistirdiler,
Bazen milyarlarca kisi o bir dakikadaki o an icin ayni dilekle bekler,
Kimisi bir dakika da dunyaya goze acar sevinc gozyaslari ile, kimisi kapatir,
Herkes aradigi o ana bakmak icin saatine gozunun bir ucuyla heyecanla , uzuntuyle veya beklentiyle bakar,
O dakika icerisinde Liderler secilir,
Komutanlar bir dakika icerisinde kararlar alip onlarca,bazen onbinlerce askerlerini kaybeder veya bir dakikada yanlis kararlar vermis komutani hezimete ugratir,
Kimisi bir dakika icerisinde bir seye baglanma ihtiyaci duyar, o bosluk ona yillarca gibi gelir,
Bir dakika icerisinde uygarliklar bile yok olabilir,
Bazen bir dakikanin hic bitmesini istemez,
Bazen bitmesi icin cigliklar atilir derinden,
O kucuk anda, lezzeti essiz olan lokmalar yenir, bazilari onlari yaratmak icin dakikalarca ugrasir,
Kimi zaman o Muzigi dinlemek icin o bir dakika gelir,
Kimi zaman gorsel bir haz almak icin,


Bazen o bir dakika icerisinde insan oldugunu hatirlar,
Ama o bir dakika icerisine sozler sigmaz, sadece hissetmek bile yeterlidir,
Anlatmak istediginde, bir dakikanin yetmeyecegini bile bile birseyler soylemek ister,
Hayati boyunca dusunecegi herseyi sadece o ana birakmak, serbest birakmak...
Sozler ile, kitaplar ile , romanlar ile anlatilamayacak kadar guzeldir,
Gorunmeyecek bir dakikadir o, varligi bile hissedilmeyecek kadar yogun bir dakika,
Kabul edilemeyecek kadar mukkemel ve narin bir dakika,
Son bir dakikaya kadar umutla sayilan,
Tarif edilemeyecek kadar ozlem ve ask dolu olan,
O ister istemez gelen goz yasinin bile sebebini cozemedigimiz, o dakika...

Sadece 1 dakika!

27 Şubat 2010 Cumartesi

Ommepati

Kültür ve onun insanın beynini saran ahtapot kolları, popülerizm. Popülerizm, kendi başlı başına bir ahtapot sayılır. İnsanlar bildiği veya bilmediği bir şeyi nasıl oluyor da algılıyorlar. Bilgi, kuşkusuz dünyadaki en önemli silah. Bunu silah olarak görmek, canlıların hayata bakış açısıyla ilgili. Bilgi ve tecrübe… Hayvanlarda bile bunun örneği rahat bir biçimde gözüküyor. Ama bu örnek kendini “yaşamak için” ortaya atıyor. Aynı zamanda “yaşatmak için”. Yaşatmanın duygusal gerekçeleri olabilir. Bir şeye değer vermek, onu her şeyin üstünde görmek, her şeyin ne olduğunu bilmeden bildiğin şeylere değer vermek. Dil gibi, kültür gibi, insanlar gibi… O kadar çok idol var ki hangisi olduğuna özgür iradeli insanlar, kendi leyhlerine göre karar verebilirler.


Popüler yayılımlar kendini her tür dalda belli ederler. Ona “popüler” ismini koyduran, her dilde harflerin insan algılamasıyla kusursuzmuş gibi gösterip yayılmasını sağlayan, kültürlerin gerçek temelini oluşturan. Her zaman algılanan bir şeyin zincirleme anlatma,uygulama ve tepki durumlarıyla gelişmesini sağlayan. Kimse farkında olmadan “doğru” ve “yanlış”‘ı doğuran. Gelişme ve geliştirme ile gelişen. Kısaca, kültürü oluşturan ve yok eden tamamen insan. Ama bu konuda sadece insanlar değil bütün evren var. İnsanlar için her şeyi anlamlandıran ve hayal etme güçlüğünün bilinçsizce kullanılarak “ommepati” kurduran şey, onu asla kusursuz kılmaz. (Bu arada, ommepati diye bir kelime dünya literatüründe olmadığı için bu kelimeyi şimdilik ben yaratıyorum. Kimsenin bana yayılan popülerizm’in bana engel olduğunu savunmadan dinsel ve dilsel gerekçeler bile anlatamaz. Ne kadar çok insan kabul ederse o kadar yayılır mentalitesiyle devam ettiği için… Kuralları olur veya olmaz. Felsefesi vardır yada yoktur. Çünkü, insanlar anlayabildiklerini mi onaylarlar yoksa, algıladıklarını mı?. Tartışmaya açık bir konu…) Yaratıcılığın örnekleri, ommepati ile daha dikkat çekici ve hırslı olabilir. Zamanın olmadığı yerde insanların yaptığı eylemler duyusal olarak odak noktası haline geldiyse, o evrende zaten bir anlık düşünülen şey ve düşünen olduğunu fark edersiniz. Ama sadece bizlerin değil, mesela nesnelerinde olduğunu ama aslında fiziksel olarak olmayıp hayal edilerek var olduğunda da paradoks’un gerçekten ne demek olduğunu algılarsınız. Ama anlarsanız gerçek cevabını bulmamışsınız demektir… Belki “doğru” ve “yanlış”’ın tamamen insan icadı olduğunu varsayarsak. Neden olmasın?


Bundan sonra canlıların birbiriyle ommepati yapması gerekiyor. Her şey için neyin en mükemmel olduğunu ve olacağını. Gelecek zaman’a giden ince yolda zamanın değerini, canlıların değerini, evrenin değerini bilmek gerekli. Ama bir taraftan bilmemek gerekiyor. Gerçek ommepati’yi öğrendiğimizde bunları düşünmemiz gerekecek. Çünkü düşündüklerimiz zaten ommepati olacak…

...

Dünyadaki savaşlara duygusal bir bakış açısıyla gözlem yaptıktan sonra “savaşa hayır” diyebiliriz. Ama bu konuya mantıklı bir biçimde bakarak savaşa hayır dersek o zaman ne olur ? Sonuç birkaç milyar ihtimal dışında yine aynı. Bu ihtimaller, insan zekasındaki psikolojik etkiler altında kalarak bilinç altının kendi kendini sorgulamasıyla çoğalabilir. Ancak insanlar binlerce yıldır bu sorgulamanın cevabını bulamamış olacaklar ki hala savaşıyorlar ve nedense bilinçaltlarını sorgulamaya korkuyorlar. Bu korkuda sürüngen zekasının bir ürünü. Savaşların uygarlıklara ekonomik, siyasi ve güç olarak yararı olabilir. Ama bu kesinlikle insanlar için değil! Sadece sürüngen zekası bu savaşın ödülünü alıyor. Ve her zaman sürüngen zekası bu savaşları kazanacaktır.

Günümüzdeki savaşlarda her şey zor gibi gözüken çok basit bir kurgu üzerine yerleştirilmiş. Ve her zaman olduğu gibi sonuç bazı toplumlarca ve üst seviyeleri tarafından iyi algılanan bir felaket . Tabii bunun etkisi aylarca beklide yıllarca sonra hissediliyor. Dünya nüfusunun seviyesinin dengesiz olması beklide savaşların olmasındaki tek gizli neden olabilir. Amaç her zamanki gibi kaynak ve gelecek zamanlara yatırım. Peki bu yatırımın sonucu neden değişmek yerine gelişiyor ? Bu gelişim kendini insanların organik değişimi altında gizlemeyi başarsa bile teknolojik gelişim bu durumu ortaya koyuyor. Bu organik ve mekanik (sanayi) evrimi asla geri dönülemez bir hata ve başarı olarak insanların yatırım zincirini koruyor. Buradaki eşit olmayan denge , dünya nüfusu ile kendini gösteriyor. Bu zincir kırıldığı zaman insanlar kendilerinin ne olduğunu anlayacaklardır. Bunun için binlerce yıl gerekmiyor, sadece bütün insanlar durup gözlemlerini kendi beyinlerine yoğunlaştırmalılar. Belki insanları neyin kontrol ettiğini anlayarak sonucun ne tür bir felakete gittiğini görürler. Çok basit ve ütopik bir örnekle bunu açıklayabilirler. Mesela, Dünyayı ve bütün insanoğlunu tehdit eden bir durum ortada olsa büyük bir oran kendini ve sanayi gücünü düşünecektir. Eğer bu oran küçülürse dünyaya olan bakış açımız büyük oranda değişecek ve zinciri doğru ihtimaller üzerine kurmanın yaratacağı kaotik yapıya en uç ve en mükemmel hamleyle katılarak oyunu insanların lehine çevirmeyi başaracağız. Şayet bu da olmazsa “canın sağ olsun” kültüründen ve “tipik tembel insan” tablosundan bir an önce uzaklaşmayı öneriyorum. Bakalım bu eşsiz satranç oyunu kim kazanacak, insan beyni mi yoksa mevcut kozumuz olan sürüngen beyni mi?

Insan...

İnsanlar, popüler kültür’ün ve dünyayı tedvir eden siyasi-ekonomik değişimlerin etkisinde kalarak gerçek toplum anlayışından kopuyor ve kültürel miraslarını farkında olmadan kaybediyorlar. Kendi dilini kaybeden bir toplumu düşünelim. Gerçek kültürünü ve tarihini kaybeden toplumlar mutlaka kendi ülkelerinin yok olmasındaki tek sebep olurlar. Bu konuya duygusal-zekâ ile baktığımızda gerçek milliyetçiliğin ve dil sevgisinin ne kadar önemli olduğunu görürüz. Ama mantık çerçevesinde incelersek dil’in insan zekâsının ve evriminin en büyük yaratıcılık örneği olduğunu biliyoruz. Dil, Kültür’ün ve uygarlıkların temelini oluşturur. Konuyu Evrim teorisinin doğrultusunda incelediğimizde, günümüzde devam eden düşünsel gelişme’nin asla geriye dönmeyeceğini bildiğimiz için, gelecek zamanki toplumlara kültürel mirası bırakacak toplum’un kültürel yapısından ve zekâ seviyesinden emin olmamız gerekiyor. Toplumu oluşturan bireyler kendi uygarlıklarının bir gölgesi olmaktansa o uygarlığın bir parçası olmalıdır.

İnsanoğlu’nun dünya da hüküm sürmeye başladığı dönemlerde artık prehistorik çağ mantığını aşan düşünce sistemi, yarattığı kültürel, ekonomik ve bilinç-altı sömürgesi sistemiyle birlikte dillerin yayılmasındaki önemli toplumsal vakaları oluşturmuştur. Bunlar “reptil (sürüngen) beyin”in tehlikeli yapısının insana nasıl işlediğinin en önemli (tarihsel) göstergesi olmuştur. Dil ve kültür’ü insan zekâsının ve reptil beyinin oluşturduğu bir miras, insan ise evrenin kaotik yapısının yarattığı müthiş bir organik yapı zinciri olarak algılamalıyız. Belki insanlık tarihi bu inanılmaz yaratıcılık sitemiyle oluşmuştur. Ve biz bu zincirin bir parçası olarak bu evrimi sürdürüyoruz. Ama ikinci bir alternatif olarak insanların yarattığı inanışa göre Tanrı’nın temennisi ile bütün hayat zincirinin oluştuğu. Bu iki seçeneği de birer mantık hatası olarak değerlendirebilir ya da doğru bir düşünce sistemi olarak görebiliriz. Ancak gerçek kültür aslında insanın her zamanki düşüncesi ve üretici zekâsıdır ve bunu sadece zamanın getirdiği değer kavramı belirtir. Bunun aksi ise gerçek toplumu oluşturmayan hoş ve bir o kadar da boş şahısları temsil eder. Bunun topluluktaki gerçek oranı bir beyinin fikir üretme oranına eşit olsa sadece birkaç ülkeden bahsederdik. Nitekim bu oranın gerçekliğini ülkemizdeki insanlarda düşünürsek kültürümüzü ve dilimiz daha ne kadar savunacağımıza karar vermemizi şiddetle öneririm. Dilimizin sömürülmesi ve kayıp olması popüler kültür’ün sayesinde zamanla hızlanıyor. Yeni nesillerin duygusal-zekâ’larını yanlış yönlendirmeleri ile eğitimlerinin yetersiz olması birleşince ortaya toplumsal yozlaşmaya yüz tutan bir ülke tablosu çıkıyor.

Evrim devam ettiği sürece yeni uygarlıklar ve diller olacaktır, ama hiçbiri gerçek kültürlerinin yaşadığı dönemi algılamayacaklar ve yok olacaklardır. Rastlantılarla dolu bir evrende her şeyin olma ihtimalini varsayarsak, insanların hayattaki yaptıkları her hamle, o düzenin gerçek parçası olmayan düşünsel rastlantıların yarattığı ihtimaller zincirine dahil olur. Belki bu ihtimaller milyarlarca olabilir, ama en isabetli olan hamle o insanların fikirlerindeki yapıyı olumlu olarak değiştirecektir. Ve o zaman “gerçek kültür”ün ve “gerçek İnsan”ın değerini keşfedebiliriz. Şunu unutmamalıyız ki insanlar reptil bir beyine sahiptir ve o her zaman faal durumdadır. Tıpkı İnsanoğlu gibi….

26 Şubat 2010 Cuma

Kuantum?

Kuantum, yaşamın ihtimaller üzerine olduğunu anlatmak ister. Ama nedense herkes bu durumdan kaçınır. Yaşarken yaptığımız her eylem bir olasılıktır. Bu olasılıklar boyu ve eni sezilemeyen bir evrende plazma’nın trilyonda bir ini bulmak gibidir. Ama bu örnek bile yanında plazma’nın trilyonda bir i gibi kalır. Aslında anlatılması gereken şudur; bütün insanlar Kuantum Mantığı ile yaşasaydı, İnsanlar her ihtimalin içinden en pozitif olanı seçecekti. Alınan her pozitif karar, negatif olanların çıkma olasılığını düşüreceği gibi, pozitif kararların çoğunluğu her şeyin “En” lerini bulunacağı bir evren yaratacak, insanlar (hatta canlılar)için dünya daha yaşanabilir bir hale gelecekti.


Dünyada geçmişte, şimdi ve ilerde olacak her şey ihtimaller ile ilerliyor. Bunların arasında iyiler de var kötüler de. Ama bunu iki seçenek altında incelemek olmaz. Bu basit ve bir doğrudaki olasılıklar gibidir.
(iyi ----- kötü ,gibi) Buradaki çizgi de sonsuz diyebileceğiniz sayılarla olasılık oluşturabilirsiniz.


Kuantum’un hayatımızın bir parçası olduğunu insanlara eğitim sayesinde gösterebiliriz. Belki bir gün insanların tümü bu mantığı kavrayacak ve Savaş, Ekonomi, Kültür, Mutluluk gibi metaforlardan uzak duracaklar. Şimdi “keşke” diyenler bir daha “keşke” deme zahmetinde bulunmayacaklar. Keşke insanlar Kuantum Mantığı ile düşünselerdi.

Bazı kesimden gelen ses titreşimleri, “Ayol! Bu ne biçim mevzu!!!” :)

22 Şubat 2010 Pazartesi

.


Bir zamanlar,
Hayali ile yasardim O'nun,
Simdi ise,
Gercegi ile...

...

 * Portakali soydum, basucuma koydum, ben bir gercek uydurdum... Duma duma dum, bendeki mum!