10 Ekim 2011 Pazartesi

Bilir misiniz?



Bazi seyler vardir... Sadece yasadiginiz surece bilirsiniz. Size verilmemis olan bir hediyeyi acmak gibidir aniden. Beklediklerinizle ve beklemediklerinizle suregelen bir hayat. Kucuk bir nokta gibi ama ici sinirsiz ve kalici. Hepsini birlestirdiginizde kendi tablonuzu gordugunuz, zaman zaman bakmayi unuttugunuz, ilgi gostermediginiz o tablo... Belki zamanla biraz asinmis olabilir. Renkler solmus, canlilik gitmis, parcalara dagilmis ve derinlik kaybetmis olabilir. Bir sanat eseri gibidir hayati yasmak... Iste bu kendi kitabiniz, kendi tablonuz; yani kendiniz... Bildiklerinizi bir tuvale dokun bugun, bilmedikleriniz ise tuvalin beyaz bosluklarina birakin, kendisi gelecektir zaten.

Bilmediklerimi dusunuyorum bazen... Belki de kimilerine gore bilmemeyi tercih(?) ettiklerimi. 
Saatime bakiyorum da simdi, zaman ilerliyor benimle birlikte ve bir gun onu birakacagimi biliyorum. Sizler gibi bakiyorum. Belki siz baktiginiz an farkli, goreceli olan zaman dilimlerinde ve yerlerdeyiz ama hepimiz bir sekilde ona bakiyoruz. Gunese ayni anda birlikte bakabilmek gibi. Orada sicak ama burada soguk. En azindan bunu biliyorum simdilik!


Peki, siz bilir misiniz?
Gokyuzunden gelen o kirmizi suzmenin kirik-dokuk duvarlara vurdugundaki o hazzi paylasmayi,
Ruzgarin ensenizden carptigi anda cakil taslarina basip, onun acisi ile birbirinize bakip gulumsemeyi,
Bir Eylul ayinda gunes dogmadan onceki sessizlikte ve sukunette, sararmis ve kirilgan yapraklarin ustune uzanip onlarin sesini dinlemeyi,
Yapilmamis olan muzelerdeki henuz yasamamis olan insanlara ait olanlari gormeyi,
En iyi bildiginiz filmi bir kez daha izlerken aslinda hic bilmediginizi,
Her gun onunden gectiginiz o kosedeki restorana hic bir zaman gitmediginizi fark etmeyi,
Aslinda bizim hic karsilasmadigimiz o yillari,
Denizin ustune uzanip ayi uzun uzun seyrederken, gunesin dogumuna dek muhabbet etmeyi,
Ozur dilemenin ve tesekkur etmenin aslinda ne kadar da ulvi bir guc oldugunu,
Sarilmak istediginiz o an sarilabilmeyi,
Onlarin yasadigi yerlere gittiginizde "onlar" olmayi ve susmayi,
Ne kadar birlikte olsak bile aslinda yalniz oldugumuzu,
O kokuyu,
Kahveyi, cayi hatta cok gordugunuz bayat bir simiti,
Tam yaninda olsaniz bile ozlememeyi,
Olmayi cok istediginiz o yere gidebilmenin getirebilecegi mutsuzluklari,
Kimi zaman geri donmemeyi,
Bazi seyleri paylasamamanin verdigi dayanilmaz hafifligi(!),
Onunla birlikte gozlerinizi acip, kapatmayi,
On tarafi ana-baba gunu olan posta kuyruklarini, 
Sonsuzluga dek uzanan tren yolculuklarinda Alp daglarinda verilen kisa bir molada sicak cikolata icmeyi,
Thomas More'un utopyasinda, Eflatun'un devletinde yasamayi,
Madagaskar'da Tesla olmadan mucadele etmeyi,
Romanlarda kaybolmayi,
Hic bilmediginiz dunyalarda kendinizi bulmayi,
Onun aslinda dogru veya yanlis olmadigini,
Aklinizin oyunlarina (s)istem-disi bir bicimde yenik dusmemeyi, 
Meleklerin kanat cirpisini,
Karincalanan zihninizi zamana birakmayi,
Imkansiz denileni gercek kilmayi, 
Tuttugunuz o sozlerin enginligini ve sonrasindaki dinginligi,
Hic bir zaman birakma- dediklerinde birakmamayi, lakin...

Bilir misiniz?
Sanirim ben pek bilmiyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder